15 Nisan 2009 Çarşamba

SİNYAL KARIŞMASI

Merhaba yeniden herkese.. Veda etmiştim ama son birkaç gündür aklımda olan bir şeyi paylaşmadan yapamayacağım. Faydası olacağını düşünüyorum. Doğal işleyişimize biyolojik açıdan bakalım istedim. Aşağıdaki tabloda bunu özetledim (yazılar biraz küçük olduğundan okunmuyor olabilir ama üzerine tıklarsanız okunur).



İşte gördüğümüz gibi vücut ve beynimiz koordinasyonlu olarak çalışır. Beyin, karar mekanizması yeridir. Tüm bu işleyiş, otomatik, kendiliğinden ve doğal olarak gerçekleşir. Yani; kendiliğinden olan doğal bir işleyiştir.

Hayatımıza diyetleri soktuğumuzda neler oluyor, sinyaller nasıl karışıyor bir de farkı görelim o zaman:



Görüldüğü üzere esas sorun; beynimize işlediğimiz (ya da işlenen) bu yanlış düşünceler sonucu vücut ve beynin iletişimlerinin kopmasıdır. Burda olan şey; vücut ihtiyaçlarının karşılanmadığını ve gönderdiği sinyallerin dikkate alınmadığını görür. Tehdit altındadır; işte bu durumda 'kıtlık moduna' geçilir. Vücut kendince önlemler alır. Sizi binbir türlü bahanelerle yemeğe itmeye çalışır. Kontrolsüz ve çokça yemek işte tam bu yüzdendir.

Özetle; o ya da bu düşüncelerle siz yiyecekleri vücudunuzdan esirgiyorsunuz ('şu kadar yemeliyim, bu kadar yemeliyim' de birer sınırlamadır). Düşünceleriniz hangisi olursa olsun (kıtlık yaratmayacağını düşündükleriniz bile) aslında farklı paketlerde aynı şeydir. Hepsi birer dayatmadır ve vücudun kıtlık moduna girmesine neden olur. Bu düşünceler virüs gibidir, kurtulmak da zordur.

Kurtulmanın yolu; işte bu anlattığım gerçekleri bilmektir. Acıkmak, son derece doğal (hatta güzel) bir fizyolojik olaydır. Acıkmanızla barışmanız gerekir. Ve acıktığınızda diğer düşüncelerinizle değil; sadece ama sadece doymayı düşünerek yemeniz gerekir. Bu doğal işleyişinizi yakalayıp bulun! Ve ona göre hareket edin. O her zaman sizinle ve sadece dinlenmeyi bekliyor. Bu doğal işleyişe güvenin ve yiyecekleri kategorize etmeden keyifle, zevk alarak yeyin. Kendinizi boşuna azaplardan kurtarın.

8 Nisan 2009 Çarşamba

VEDA

Herkese merhaba.. Sanırım artık benim için veda etme zamanı geldi. Çünkü anladım ki daha fazla yazı yazmaya vaktim olmayacak. Veda etmeden önce son birkaç söyleyeceklerimi de yazayım istedim.

Öncelikle şunu belirteyim ki; aklımda olup da buraya aktarmadığım bilgi yok. Yanlız bunlar dışında birkaç önemli noktaya vurgu yapmak istiyorum, dkzye gerçekçi yaklaşmak adına. Kendimden de deneyimleyip bildiğim üzere bu uygulamayı kolayca yanlış anlamak ya da tam olarak anlayamamak mümkün. Kafaların karışması da oldukça görülen bir şey.

Bunların neler olduğunu (kafalarınızda oluşan onlarca sorulardan dolayı) sizler de biliyorsunuz aslında. Bunlardan bazı en önemlilerine yanıt verecek olursak.. Birincisi kafanızdaki yemek düşüncesinden ne zaman kurtulacağınızı soruyorsunuz. Bunun yanıtı: acıkma ve doyma sinyallerine uydukça (karnınızı doyurdukça) kafanızdaki bu düşünceler de kendiliğinden gidecektir. Kısacası; vücut bunu niye yapıyor? Onu doyurmadığınız, ihtiyaçlarını karşılamadığınız için sizin aklınıza binbir çeşit yemek getirerek size karşı kendi silahlarını kullanıyor. Siz onu doyurdukça da ne olacak? Bu silahları kullanmasına gerek kalmayacak öyle değil mi? Ve bu sizin herhangi bir çabanızla değil, kendiliğinden olacak.

İkincisi de (ve belki işin içinden çıkamadığımız, en zor olanı) acıkma ve (özellikle) doymaya uyabilme süreci.

Burda belirtmem gereken şey bu yöntemin bir mucize vaat etmediğini anlayarak bu yola başlamanız gerektiği. Çünkü biliyorum ki "Acıkacağım, doyana kadar yiyeceğim ve böylece zayıflayacağım" diyoruz fakat bu cümleyi kendimize göre yontuyoruz. Yani tam acıkmasak bile yine de yiyoruz (bazenleri saymıyorum, bu sık sık oluyorsa yanlış). Başlarda acıkmaya uymak evet, dünyanın en zor şeyi gibi gelebilir. Fakat yapınca sandığınız kadar zor olmadığını ve "yapılabilir" olduğunu görüyorsunuz, hatta birçoğunuz gördünüz bile. En çok doyma konusuna vurgu yapmak istiyorum çünkü en büyük sıkıntılar bu konuda yaşanıyor sanırım. Doymayı da kendimize göre yontuyoruz. Doymaya uymak için çaba göstermek yerine az yeme düşüncesiyle adeta boğuşur gibi yiyoruz yemeklerimizi. Tabi sonunda da hüsrana uğramış halde buluyoruz kendimizi.

"Bu yöntemin bir mucize vaat etmediği" derken ne demek istedim? Bu yöntemin işe yaraması için mucize değil, sizin çabanız gerekiyor. Rahatla hiçbir şey olmuyor. Düşünün bazı diyetleri yaparken ne çabalar gösterdiniz. Bu uygulama için de aynen çaba göstermeniz gerekiyor. Farkı ise "yapılabilir" ve "doğal, olması gereken" olması. Diyetler kısıtlamayı öne sürüp hasta ederken bu uygulama tamamen vücudunuzu dinleyip (yeme nöbetleri geçirmeden) amacınıza ulaşmanızı sağlıyor.

Bunu neden belirtmek istedim çünkü uzaktan şöyle bir bakınca sanki bu uygulamada istediğimiz her şeyi istediğimiz kadar yiyeceğiz gibi yanlış bir düşünce doğabiliyor. Oysa bundan çok farklı bir şey dkz ve bunun da nasıl olduğunu daha önce çok konuşmuştuk zaten. Önemli olan bunları kendinizi kandırmadan gerçekleri yaşayarak yapabilmeniz. Kolay olduğunu söylemiyorum. İsteğiniz, azminiz ve motivasyonunuz bunu belirleyecek olan etkenler. Yani kilo verip veremeyeceğinizi ancak siz belirleyebilirsiniz. Özetle yapmanız gereken basitçe acıkınca yemek ve yerken YAVAŞ yeyip DOYMANIZI gerçekten hissederek doymaya uyabilmek. Ancak bu şekilde dkzyi uygulayıp kilo verebilirsiniz.

Kolay olmadığını biliyorum. Basit gibi görünse de bazı zorluklar ve sorunlarla başa çıkmanız gerekebilir. Onların ne olduğu da bu blogda fazlasıyla var sanırım. Düşünerek ve deneyimleyerek neyin ne olduğunu bulabilirsiniz. Ve bunun yanında bir de istek, çaba ve azminiz gerekiyor. Zaman zaman umutsuzlukla başa çıkmanız gerekebiliyor çünkü. Ve doymaya uyabilmek için çabanız gerekebilir. Çaba derken kastettiğim şey; doymayı hissedebilip doyduğunuz noktada durabilmeniz. Burda da karşılaşılan zorlukları biliyorsunuz büyük ihtimalle. Dediğim gibi, kolay değil belki ama zor olduğunu da söyleyemem.

Bu noktadan sonra veda ediyorum. Sorularınız olursa belki yanıt vermeye çalışırım ama bundan sonra yazı yazabileceğimi sanmıyorum. Kendinize çok iyi bakın. Umarım her şey dilediğiniz gibi olur. Hoşçakalın..