19 Ekim 2009 Pazartesi

BİR DÜŞÜNCE..

Merhaba arkadaşlar,

Uzun zaman oldu, nasılsınız?? Ben sizlere uzun zamandır aklıma takılan ama cevabını yeni bulabildiğim bir şeyden bahsetmek istiyorum. Konu elbette dkz hakkında, ama bu sefer içeriği ile alakalı, yani konuyu tam göbeğinden yakalayan bir şey.

Şöyle ki eğer bu uygulama için deniyor ama yapamadığınızı düşünüyorsanız ya da aklınız yine de sürekli yemeklerde kalıyorsa ya da bir yerlerde bocalıyorsanız şimdi anlatacaklarım faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

Önce o zaman uygulamanın özünü inceleyelim: Durum şu ki eğer siz karnınızın acıkma ritmine göre beslenebilirseniz sorununuzu çözersiniz. Çünkü bu şekilde her şeyi normale döndürebilir ve doğal fizyolojinizi işletebilirsiniz. Peki öyleyse işin sıkıntılı yanı ne? Ozan Tunçer'in anlattığı; eğer yememek için yiyecekleri kendinizden esirgerseniz kendinizi kıtlık moduna geçirmiş olursunuz. Ve kıtlık modunuzda karnınızdaki verilere göre beslenme bir kenara atılır (çünkü ortada yiyeceklere ulaşamama gibi acil bir durum vardır ve vücut kendini hayatta kalmak için savunmaya almak zorundadır) ve bu durumdayken yenilebildiği kadar yemek yenmeye çalışılır.

Sanırım bu durumu artık çözdük ve hepimiz kısıtlamanın yanlış olduğunu biliyoruz. Ozan Tunçer'in dediği gibi: kısıtlamayın, esirgemeyin. Buraya kadar tamam. Ama işin uygulamasına gelince işler o kadar karışıyor ki bu noktaya parmak basmak istedim.

Ozan Tunçer kitabında bize sırayla ne yapmamız gerektiğini adım adım söylüyor. Ama bu adımlarda bazı terslikler oluyor. Nasıl mı? Bizim yemek yemekten korkar olmuş ve diyet zihniyetine programlanmış kafalarımız burda bizimle çok rahat oyunlar oynuyor. Ve bu uygulamadaki adımları birer birer kendine göre kısıtlamalara çeviriyor. Adımları kafamızda ne şekile soktuğumuzu görürsek:

1. Acıkmayı bekle adımı: "Acıkmadan bir şey yememeliyim"
2. Doymaya uyma adımı: "Sadece doyduğum kadar yiyebilirim, daha fazla yiyemem"
3. Ayrıca yerken: "Bir daha acıkıncaya kadar bir şey yiyemeyeceğim"

Görebildiniz mi? Sizde de böyle şeyler var mı? Yani acıkmayı bekleyememek, aç olunmadığı halde yemeden duramamak, aklında sürekli yemek olmak ve hep yemek istemek, doyma anlaşılsa bile ona uyamamak, kıtlık durumundan bir türlü kurtulamamak ve uygulama yapılsa bile bozulacağı hissi taşımak (ve gerçekten de bir gün bozmak) gibi şikayetleriniz varsa kafanızdaki bu tür düşünceleri bir yoklayın derim.

Ne çelişki ama öyle değil mi? Canınız yemek istemediği, tok olduğunuzu bildiğiniz halde yine de yemek yemeniz bence bu durumdan kaynaklanıyor. Ozan Tunçer bunu fark etmiş midir bilmiyorum, ama gördüğünüz gibi beynimiz bize oyunlar oynamaya devam ediyor. Bize esirgeme durumları yaratmayı tekrar başarıyor. Kısıtlamaları attığımızı sandığımız zamanlar bile sinsice varlıklarını gösteriyorlar.

Peki ne yapmalıyız? Bu işin zor kısmı. Öncelikle her korkuya kapıldığınız ya da sıkıntı duyduğunuz zamanlarda bu esirgeme durumlarını yakalamalısınız. Ve sonra onları ortadan kaldırmalısınız. Esirgemeleri kaldırın.. Kendinizi her durumda ve her koşulda yiyeceklerle yakın tutun. Bunu istediğinizi istediğiniz her an yiyin anlamında söylemiyorum. "Bolluk ortamını oluşturmak" anlamına gelen kastettiğim bu şey hem doymayı sağlayabilmeniz hem de gözünüzü, gönlünüzü doyurmayı sağlayabilmenizle alakalı. Bu da kendinizi yiyeceklere her an ulaşabilir bir konumda görmeniz ve kafanızın bu konuda rahat ve huzurlu olması anlamına geliyor.

Esirgemeleri karnınızla sizin aranızdaki parazitler olarak görün. Bir önceki yazımda bahsettiğim sinyal karışması aslında bu. Karınla beynin bu esirgemeler yüzünden iletişiminin kopması. Ancak bu parazitleri kovabilirseniz karnınızdaki verilere göre beslenmeyi başarabilirsiniz. Esirgemeleri kaldırmanın kolay olmadığını biliyorum, bunun bir yöntemi olsa da keşke söyleyebilsek. Herkese göre değişir sanırım bu ve herkesin kendi yapması gerken bir şeydir belki. Belki sizlerin de aklına yeni şeyler, öneriler gelir ve herkese faydası dokunur kim bilir? Ama sonuçta bilinçli olmak ve en azından neyin neden olduğunu bilmek de başarmak yolunda büyük bir adım. Ben de yardımı dokunur umuduyla fark ettiğim bu şeyi sizlerle paylaşmak istedim. Umarım dokunur. Kendinize iyi bakın. Sevgiler..

15 Nisan 2009 Çarşamba

SİNYAL KARIŞMASI

Merhaba yeniden herkese.. Veda etmiştim ama son birkaç gündür aklımda olan bir şeyi paylaşmadan yapamayacağım. Faydası olacağını düşünüyorum. Doğal işleyişimize biyolojik açıdan bakalım istedim. Aşağıdaki tabloda bunu özetledim (yazılar biraz küçük olduğundan okunmuyor olabilir ama üzerine tıklarsanız okunur).



İşte gördüğümüz gibi vücut ve beynimiz koordinasyonlu olarak çalışır. Beyin, karar mekanizması yeridir. Tüm bu işleyiş, otomatik, kendiliğinden ve doğal olarak gerçekleşir. Yani; kendiliğinden olan doğal bir işleyiştir.

Hayatımıza diyetleri soktuğumuzda neler oluyor, sinyaller nasıl karışıyor bir de farkı görelim o zaman:



Görüldüğü üzere esas sorun; beynimize işlediğimiz (ya da işlenen) bu yanlış düşünceler sonucu vücut ve beynin iletişimlerinin kopmasıdır. Burda olan şey; vücut ihtiyaçlarının karşılanmadığını ve gönderdiği sinyallerin dikkate alınmadığını görür. Tehdit altındadır; işte bu durumda 'kıtlık moduna' geçilir. Vücut kendince önlemler alır. Sizi binbir türlü bahanelerle yemeğe itmeye çalışır. Kontrolsüz ve çokça yemek işte tam bu yüzdendir.

Özetle; o ya da bu düşüncelerle siz yiyecekleri vücudunuzdan esirgiyorsunuz ('şu kadar yemeliyim, bu kadar yemeliyim' de birer sınırlamadır). Düşünceleriniz hangisi olursa olsun (kıtlık yaratmayacağını düşündükleriniz bile) aslında farklı paketlerde aynı şeydir. Hepsi birer dayatmadır ve vücudun kıtlık moduna girmesine neden olur. Bu düşünceler virüs gibidir, kurtulmak da zordur.

Kurtulmanın yolu; işte bu anlattığım gerçekleri bilmektir. Acıkmak, son derece doğal (hatta güzel) bir fizyolojik olaydır. Acıkmanızla barışmanız gerekir. Ve acıktığınızda diğer düşüncelerinizle değil; sadece ama sadece doymayı düşünerek yemeniz gerekir. Bu doğal işleyişinizi yakalayıp bulun! Ve ona göre hareket edin. O her zaman sizinle ve sadece dinlenmeyi bekliyor. Bu doğal işleyişe güvenin ve yiyecekleri kategorize etmeden keyifle, zevk alarak yeyin. Kendinizi boşuna azaplardan kurtarın.

8 Nisan 2009 Çarşamba

VEDA

Herkese merhaba.. Sanırım artık benim için veda etme zamanı geldi. Çünkü anladım ki daha fazla yazı yazmaya vaktim olmayacak. Veda etmeden önce son birkaç söyleyeceklerimi de yazayım istedim.

Öncelikle şunu belirteyim ki; aklımda olup da buraya aktarmadığım bilgi yok. Yanlız bunlar dışında birkaç önemli noktaya vurgu yapmak istiyorum, dkzye gerçekçi yaklaşmak adına. Kendimden de deneyimleyip bildiğim üzere bu uygulamayı kolayca yanlış anlamak ya da tam olarak anlayamamak mümkün. Kafaların karışması da oldukça görülen bir şey.

Bunların neler olduğunu (kafalarınızda oluşan onlarca sorulardan dolayı) sizler de biliyorsunuz aslında. Bunlardan bazı en önemlilerine yanıt verecek olursak.. Birincisi kafanızdaki yemek düşüncesinden ne zaman kurtulacağınızı soruyorsunuz. Bunun yanıtı: acıkma ve doyma sinyallerine uydukça (karnınızı doyurdukça) kafanızdaki bu düşünceler de kendiliğinden gidecektir. Kısacası; vücut bunu niye yapıyor? Onu doyurmadığınız, ihtiyaçlarını karşılamadığınız için sizin aklınıza binbir çeşit yemek getirerek size karşı kendi silahlarını kullanıyor. Siz onu doyurdukça da ne olacak? Bu silahları kullanmasına gerek kalmayacak öyle değil mi? Ve bu sizin herhangi bir çabanızla değil, kendiliğinden olacak.

İkincisi de (ve belki işin içinden çıkamadığımız, en zor olanı) acıkma ve (özellikle) doymaya uyabilme süreci.

Burda belirtmem gereken şey bu yöntemin bir mucize vaat etmediğini anlayarak bu yola başlamanız gerektiği. Çünkü biliyorum ki "Acıkacağım, doyana kadar yiyeceğim ve böylece zayıflayacağım" diyoruz fakat bu cümleyi kendimize göre yontuyoruz. Yani tam acıkmasak bile yine de yiyoruz (bazenleri saymıyorum, bu sık sık oluyorsa yanlış). Başlarda acıkmaya uymak evet, dünyanın en zor şeyi gibi gelebilir. Fakat yapınca sandığınız kadar zor olmadığını ve "yapılabilir" olduğunu görüyorsunuz, hatta birçoğunuz gördünüz bile. En çok doyma konusuna vurgu yapmak istiyorum çünkü en büyük sıkıntılar bu konuda yaşanıyor sanırım. Doymayı da kendimize göre yontuyoruz. Doymaya uymak için çaba göstermek yerine az yeme düşüncesiyle adeta boğuşur gibi yiyoruz yemeklerimizi. Tabi sonunda da hüsrana uğramış halde buluyoruz kendimizi.

"Bu yöntemin bir mucize vaat etmediği" derken ne demek istedim? Bu yöntemin işe yaraması için mucize değil, sizin çabanız gerekiyor. Rahatla hiçbir şey olmuyor. Düşünün bazı diyetleri yaparken ne çabalar gösterdiniz. Bu uygulama için de aynen çaba göstermeniz gerekiyor. Farkı ise "yapılabilir" ve "doğal, olması gereken" olması. Diyetler kısıtlamayı öne sürüp hasta ederken bu uygulama tamamen vücudunuzu dinleyip (yeme nöbetleri geçirmeden) amacınıza ulaşmanızı sağlıyor.

Bunu neden belirtmek istedim çünkü uzaktan şöyle bir bakınca sanki bu uygulamada istediğimiz her şeyi istediğimiz kadar yiyeceğiz gibi yanlış bir düşünce doğabiliyor. Oysa bundan çok farklı bir şey dkz ve bunun da nasıl olduğunu daha önce çok konuşmuştuk zaten. Önemli olan bunları kendinizi kandırmadan gerçekleri yaşayarak yapabilmeniz. Kolay olduğunu söylemiyorum. İsteğiniz, azminiz ve motivasyonunuz bunu belirleyecek olan etkenler. Yani kilo verip veremeyeceğinizi ancak siz belirleyebilirsiniz. Özetle yapmanız gereken basitçe acıkınca yemek ve yerken YAVAŞ yeyip DOYMANIZI gerçekten hissederek doymaya uyabilmek. Ancak bu şekilde dkzyi uygulayıp kilo verebilirsiniz.

Kolay olmadığını biliyorum. Basit gibi görünse de bazı zorluklar ve sorunlarla başa çıkmanız gerekebilir. Onların ne olduğu da bu blogda fazlasıyla var sanırım. Düşünerek ve deneyimleyerek neyin ne olduğunu bulabilirsiniz. Ve bunun yanında bir de istek, çaba ve azminiz gerekiyor. Zaman zaman umutsuzlukla başa çıkmanız gerekebiliyor çünkü. Ve doymaya uyabilmek için çabanız gerekebilir. Çaba derken kastettiğim şey; doymayı hissedebilip doyduğunuz noktada durabilmeniz. Burda da karşılaşılan zorlukları biliyorsunuz büyük ihtimalle. Dediğim gibi, kolay değil belki ama zor olduğunu da söyleyemem.

Bu noktadan sonra veda ediyorum. Sorularınız olursa belki yanıt vermeye çalışırım ama bundan sonra yazı yazabileceğimi sanmıyorum. Kendinize çok iyi bakın. Umarım her şey dilediğiniz gibi olur. Hoşçakalın..

18 Mart 2009 Çarşamba

NELER OLUYOR?

Kıtlığın ne olduğuna geçmeden önce normalde ne olması gerektiğini anlatalım. Böylece kıtlığın nasıl oluştuğunu, ne zamanlar ve nasıl devreye girdiğini iyice anlayabiliriz.

Evet dediğim gibi, öncelikle; normalde ne olması gerekiyor, buna bakalım..

Normalde; yemek yemelerimizi karnımızı dinleyerek yaparız, ve bu doğaya ait olan şey; yani beslenmemiz kendiliğinden ve doğal olarak gelişir. Tıpkı uyumak gibi; uykumuz geldiğinde uyuruz ve uykumuzu aldığımız zaman uyanırız. Bunun da aslında hiçbir farkı yoktur; karnımız acıktığında besin alırız ve karnımız doyduğunda bırakırız.

Bu o kadar doğal bir şekilde gelişir ki; bunun üstünde düşünmeye ve bunu abartmaya hiç gerek bile yoktur aslında. İnce insanların da yaptığı bundan ibarettir.

Peki bu sistem nasıl bozulur? Bu sistemi kendinize yeme korkusu salarak çok rahat bozabilirsiniz. Kafanıza “Çok yersem şişmanlarım” gibi bir inanç yerleştirir ya da bazı yiyeceklerin şişmanlattığına inanır ya da diyetçilerin sözlerine kulak verip kilo vermek için yemeklerinizden kısmanız gerektiğine inandırılırsanız sizde varolan ve doğal olarak kendiliğinden işleyen bu sistemi bozmayı başarırsınız.

Peki bu arada neler oluyor da bozuluyor bu sistem sorusuna gelince; cevap çok basit aslında: siz artık karnınızın acıkma ve doyma sinyallerine göre beslenmeyi reddedip aklınıza yerleştirdiğiniz yeni bilgilere göre yiyorsunuz. Peki bunun sonucunda ne yapmış oluyorsunuz? Kendinizi esirgiyorsunuz:

“Az yemeliyim” → yiyeceklerden mahrum bırakma
“O yiyecekten yememeliyim” → o yiyeceği kendinden esirgeme
Gerekli miktardan az yeme → doymama

Tüm bu esirgemeler sizi kısıtlıyor ve kısıtlandıkça daha da açılmak istiyorsunuz. Beyniniz bu durumu kıtlık olarak algılıyor ve kendine göre müdahalelerde bulunuyor. Kendinizi kontrol edilemez halde yerken buluyorsunuz. Yiyeceklerden ve en güzel zevklerden biri olan yemek yemekten korkar hale geliyorsunuz. Yasakladığınız yiyecek öyle bir şekle bürünüyor ki rüyalarınızda görmeye başlıyorsunuz.

Burda önemli noktayı yakalayabildiniz mi bilmiyorum: Bu doğal işleyişi ne yiyeceğinize dair kararlarınızı karnınızla değil, kafanızdaki düşüncelerle alarak bozdunuz. Gerçek şu ki; aslında doymayan karnınız değil, beyniniz. Tekrar söylemekte yarar görüyorum: karnınız DOYUYOR. Ve siz bu doğal işleyişe güvenebilmeli ve karnınızın doymasına göre yemelisiniz.

Bu doğal süreci tekrar geri getirebilmek çoğu zaman kolay değil. Bunun nedeni de kafanıza yanlış düşünceler yükleyip bu doğal işleyişi bozdunuz. Şimdi onlar yerine yenilerini ve doğrularını yüklemeniz gerekir. Düşünceleri ve de alışkanlıkları değiştirebilmek çoğu zaman sanıldığı kadar kolay olmuyor. Ama biraz farkındalıkla ve neyin ne olduğunu bilerek çabayla bu işi yapabilirsiniz diye düşünüyorum.

Örneğin acıkmayı beklemek bazı zamanlar (alışmış olduğumuzun dışında olduğu için) çaresizlikle başbaşa kalmak demekle eşdeğer olabiliyor. Vücudumuz kıtlık durumunda alarmda olduğu için bizi adeta yemeğe itmeye çalışabiliyor. Ya da yemek yerken bazen karnınızın doyduğu miktarlara uyabilmek çok zor olabiliyor. Çünkü beyninizde hala kıtlık sinyalleri var ve size yine çok yemek için baskı yapıyor. Bazen de beyninize kaydettiğiniz ‘bu kadar yemezsem tatmin olmam’ düşünceleri var. Bunlar da alışkanlığa giriyor ve alışkanlıkları kırabilmek, yeni bir alışkanlık oluşturabilmek bazen zor olabiliyor.

Bilmem anlatabildim mi? Bu uygulamayı yaparken neler olduğunun mantığını kavramanız size yolunuzda yardımcı olabilir. Kıtlığı gönderebilmek; bedeninizin tekrar acıkma ve doyma sinyallerine uyarak mümkündür. Zayıflama ise ‘beyninizin’ değil ‘karnınızın’ doyduğu miktarlara (ve bu miktarlara herhangi bir çizgi koymadan, saplantı haline getirmeden) uymakla olur. Az miktarlar yeyip de ‘doydum’ diyerek ancak kendinizi kandırabilirsiniz ve sonunda yine kontrolsüz çok yemelerle karşılaşırsınız. Ve kıtlığı göndereyim diye çokça yemek yemek de hayal kırıklığı yaratır. Bu uygulamayı kendinize yönelik bir çeşit diyet haline getirmeden, karnınızın acıkmasına ve doymasına kulak vererek yemeyi uygulamaya koyarsanız doğru bir adım atmış olursunuz.

7 Mart 2009 Cumartesi

BİRAZ DAHA AÇIKLARSAM..

Bir şeyler yazıyordum ama yazdıklarım artınca yeni bir başlıkta yazayım dedim. Bu sorularınıza belki biraz daha cevap olabilir.

Özet olarak söylediğim şeyi tekrar söylemek istiyorum: "Yiyeceklerden ne kadar tad almayı başarır, kendinizi lezzetlere ne kadar açarsanız o kadar doğaya ait bir parça olursunuz ve her şey kendiliğinden hallolur."

Yani aslında; kontrolsüz ve çok yemenize sebep olan ASIL şey ironik bir şekilde “çok yeme korkunuz”dur.

Bu korkuya sahip olup olmadığınızı da kendinizi basit bir teste tabi tutarak gayet rahat anlayabilirsiniz. Yerken yiyeceklerin tadını alarak yiyor musunuz? Yoksa daha önce diyetlerden öğrendiğiniz “olabildiğince tad almama”yı mı uygulamaya çalışıyorsunuz? Yiyeceklerden korkuyor musunuz yani? Yemek yerken tadları damağınıza yaya yaya yiyemiyor musunuz, bunu yapmaktan çekiniyor ve hatta yapamıyor musunuz? Buna alışmışsanız inanın sofrada lezzet almak size zor gelecektir. Bunu yapmaya ne kadar korkuyorsanız, yemeklerden ve çok yemekten de o kadar korkuyorsunuz demektir. Ve de yiyeceklerin tadlarını almayı ne kadar başaramıyorsanız, o kadar gerçeklerle değil, kafanızdaki düşüncelerle yiyorsunuz demektir.

Oysa gerçekte; bir yiyeceğin tadını ne kadar alabilirseniz asıl doymayanın gözünüz olduğunu anlarsınız. Yani, bedeninizi ne kadar serbest bırakıp tüm lezzetleri ve tadları almasına izin verir, tüm tad hatta koku duyularınızı, algılarınızı korkmadan açarsanız onun da doyduğunu göreceksiniz. Doymayı ancak bu şekilde öğrenebilirsiniz. Kısacası bedeninizle birlik olacaksınız, rahatlayacaksınız, size yeten ve isteyip ihtiyaç duyduğunuz miktarları keşfedeceksiniz, dilediğiniz tüm lezzetlerin tadını çıkarıp haz alacaksınız, yiyeceklerle barışacak ve korkularınızdan kurtulacaksınız. Yani tekrar doğaya ait olacaksınız.

Başlarda yiyeceklerin tadlarını almak size zor ve korkutucu gelebilir. Ama işte denedikçe, keşfettikçe ve gerçeği öğrendikçe daha çok güven duymaya başlayacaksınız. Karşılıklı bir güven oluşturacaksınız yani, siz bedeninize güveneceksiniz, o da size güvenecek. Kısa bir özet olarak bu şekilde. Yine aklınıza takılan çok şey olacak eminim (kendimden de biliyorum). Ama düşünerek ve bilinçli bir şekilde hepsinin üstesinden gelebilirsiniz. Burada da paylaşarak çözüm bulabiliriz. Çünkü emin olun takılınan noktalar genelde hepimizde ortak olan şeyler oluyor.

23 Şubat 2009 Pazartesi

İPUCU

Öncelikle merhaba herkese. Siteyi takip edenlere, şöyle bir rastlayanlara, merak edenlere, öğrenmek isteyenlere..

Dkz ile tanıştıysanız ve ilgilendiyseniz.. Yazılar okuyup anlamaya çalıştıysanız, yorumlara baktıysanız, kendiniz deneyip uygulamaya çalıştıysanız ve Ozan Tunçer’in kitaplarını alıp okuduysanız.. Yani kısacası dkz hakkında fikriniz varsa bazı şeyleri biliyorsunuz demektir. Bu uygulamada öğrendiğimiz en önemli şey, uygulamanın can alıcı noktası: Beynimize kıtlığı yerleştirmenin esas düşmanımız olduğu ve bizi elimizde olmadan daha çok yemelere ittiği.

Ama bu uygulamada bazı atlanan, göremediğimiz şeyler de var.. Anlatınca şaşıracağınıza eminim. Başlamadan önce bunu benim anlamamı sağlayan birine teşekkür etmek istiyorum. Tesadüf eseri rastladığım ama yazılarıyla ilgimi çekince okumaya başladığım (belki siz de rastlamış ya da biliyor olabilirsiniz) Taylan Kümeli’nin forumlarından birinde ‘yeniden’ lakaplı üye. Onun yazdıklarından çok fazla şey öğreneceğinizi düşünüyorum ben şahsen, ve olur da bu siteye rastlarsa ona çok teşekkür etmek istiyorum.

Söyleyeceklerime gelince.. Şöyle bir toparlayacak olursam.. Bu uygulamada kıtlığın size engel olduğunu biliyor olabilirsiniz, yapmanız gerekenleri de bilebilirsiniz ama yine de yapamayıp sinir olabilirsiniz. İşte ben bunun nedenini ve neler yapabileceğinizi yazmak istedim.

Arkadaşlar, beynimiz o kadar akıllı ve zeki ki şimdi anlatacaklarımı okursanız ne demek istediğimi daha iyi anlayacak ve belki kendi beyninize artık saygı duymaya bile başlayacaksınız. Başlıyorum o zaman.. Karnınız acıktı, bunu anlıyorsunuz, karnınızı doyurmanız gerektiğini biliyorsunuz ama yine de (her zaman olmasa da zaman zaman) kontrolsüz ve çok mu yiyorsunuz? İşte size bunun nedenini söylüyorum: çünkü kıtlık hala sizde duruyor, ondan kurtulamadınız. Her ne kadar “Kurtuldum artık” deseniz de, “İstediğimi yiyeceğim artık” deyip önceden sakınmış olduğunuz yemekleri yemek için önünüze çekseniz de, hatta bu benim yazdıklarıma itiraz edip “Yok benim için kıtlık artık gerçekten bitti” deseniz de sadece kendinizi kandırırsınız. Bunu da hemen kanıtlayabilirim size: sofraya oturdunuz ama içinizde korku var, başka şeye odaklanamayıp sadece neyden ne kadar yiyeceğim diye düşünüyorsunuz, kilo alma korkusu hala sizinle, yemeklerde rahat değilsiniz, huzursuzsunuz, yemekte güzel güzel muhabbetler edemiyorsunuz, elinizde olmadan hıphızlı yiyorsunuz ve bunun nasıl ve neden olduğuna dair bir anlam veremiyorsunuz, önünüzde çok sevdiğiniz yemekler var ama yine de arka plandaki düşünceniz “Yine de az yiyeyim..”. Öyle mi? Bunlardan birini ya da birkaçını ya da belki hepsini yaşıyor musunuz? Yaşıyorsanız; esas sorunu bulduk diyebilirim.

Gelelim beynimizin neden akıllı olduğuna.. Demin bahsettiğim her şey bununla ilgili. Beynimize ne öğrettiysek onu yaşıyoruz. Ve eğer diyet yaptıysak ona hep “Az ye” komutunu vererek bunu öğrettik: “Az yemeliyim” Bunu bilinçaltımıza işledik ve şimdi fon müziği gibi arka fonda sürekli bu duruyor “Az yemeliyim”. Bu neye sebep oluyor peki? Artık biliyoruz: kıtlık sinyaline, beynimizde alarma ve dolayısıyla hayatta kalmak için elimizde olmadan, kontrolsüzce çok yemelere.. Siz eğer beyninize bunu öğretip işlediyseniz, yeni oluşturmaya çalıştığınız sistem çok da geçerli olmayacaktır çünkü bedeniniz sizinle ve orda kayıtlı bir yeme korkusu ve “az ye” arka fonu var. “İstediğim kadar yiyeceğim, doyana kadar yiyeceğim” komutları bu arka fonun yanında kabul olmuyor ne yazıkki. Çünkü önceden öğrenmiş olduğunuz bir şey var hatırladınız mı: “Çok yersem kilo alırım”. İşte bu yüzdendir ki “Doyana kadar yiyeceğim” komutu geçersiz kalıyor. Çünkü içerden bir ses size diyor ki: “Tamam doyana kadar yiyeceksin ama ya çok yersen? Çok yersen kilo alırsın o yüzden sen yine de az ye, azla doymaya çalış”.

Şimdi her şey daha açık mı? Belki bu bazı şeyleri daha net görebilmenizi sağlamıştır. “Peki öyleyse ne yapacağız?” diye mi soruyorsunuz? ‘Yeniden’ sayesinde anladığım şeyleri yazıyorum öyleyse.

Öncelikle, beyninize bazı şeyleri baştan yükleyip öğreteceksiniz. Daha önce yanlış yüklediğiniz bilgileri şimdi deneyimleyerek yenileriyle değiştireceksiniz. Yeniden’in de dediği gibi mesela; doyacağınız miktarlar.. Örnek vereyim, diyelim acıktınız ve beyninizde kayıtlı olan “Kocaman dolu bir tabak makarnayla doyuyorum” var. Oysa belki gerçek böyle değil (belki diyorum çünkü bunu sadece bedeniniz, karnınız bilebilir, ne kadarla doyacağınıza ancak karnınız karar verebilir). Yapmanız gereken şey ise makarnanızın başına geçerek her lokmanın tadını alarak, çıkararak onu yemeniz. Ve sonra “gerçek” anlamda ne kadarla doyduğunuzu deneyimleyerek keşfetmeniz. Ve artık bedeninizi daha iyi tanıyıp “gerçek” doyduğunuz miktarları öğrenmeniz. Bu bir anlamda deney yapıp öğrenmeye benziyor.

Bunu yaparken üstüne basarak söylüyorum, kuralınız mutlaka ama mutlaka her lokmanın tadını ve lezzetini almak olmalı. Neden üstüne basarak söylüyorum çünkü diyet yaparken düştüğümüz en büyük hatalardan biri de bu: mümkün olduğunca tad almadan yemeye çalışmak, lezzetlerden kaçmak. Hatta bu dediğimi yapmaya çalışınca bazen zorlandığınızı görüp bana hak verebilirsiniz. Hayatınıza ne kadar diyetleri bulaştırmışsanız bunu yapmanız da o kadar zor olacak. Yemek yerken tadına, lezzetine odaklanın. Damağınıza yayarak yemeye çalışın. Daha önce “Ne kadar lezzet alırsam o kadar çok yerim” gibi saçma bir inanışa kapılmış olduğumuz için zaman zaman bunu yapmak zor gelebilir. Oysa gerçek şu ki; bir yiyeceğin lezzetini ne kadar alır, onun tadını ne kadar çıkartabilir ve damağımıza yayarsak o bize o kadar yoğun olarak gelir ve çok az miktarları bile bazen bize yeter. Başka bir deyişle de; bir yiyeceğin size ne kadarının yettiğini bulmanız ve doyduğunuzu anlamanız için onun o kadar tadını çıkarmanız gereklidir. Yiyecekler öcü değildir, onlardan korkmanıza gerek yoktur. Ve onların tadını almaya ne zaman başlarsanız korkunuz da o zaman geçecek, rahatlayacak ve bu uygulamanın ne olduğunu esas o zaman anlayacaksınız. Korkunuzun geçmesi demek bu işin anahtarını elinizde tutuyorsunuz demektir. Ve artık yapabilirsiniz demektir.

Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi? Sorularınız olursa, aklınızı karıştıran bir şeyler olursa cevaplarım. Benim anlatmak istediğim şeyler işte bunlardı. Umarım yararı olur. Herkese sevgiler...